Berlin Alexanderplatz (2020)

dramyeni.jpg
Festivaly.jpg
 
berlin Alexanderplatz.jpg

Yönetmen: Burhan Qurbani

Oyuncular: Albrecht Schuch, Jella Haase, Joachim Król             

Ödüller: Alman Film Ödülleri - En İyi Sinematografi dahil 5 Ödül, Cannes F.F. - Altın Ayı (Aday), Rotterdam F.F.- Eurimage Ödülü

Bence: Daha önce Fassbinder’in diziye dönüştürdüğü Alfred Döblin’in 1929 tarihli romanının son uyarlaması Berlin Alexanderplatz, Dünya prömiyerini yaptığı Berlin Film Festivalinin en çok konuşulan filmlerinden biriydi. Romanı senaryolaştırma sürecinde de yer alan Afgan-Alman yönetmen Burhan Qurbani ve ekibi, Döblin’in merkez karakterini Almanya’da bir Afrikalı mülteciye (Francis) dönüştürmüşler ve anlatının tarihsel boyutunu dallandırmışlar. Döblin’in tartışmalarına büyüyüp bugünde çatallandığı, zaman zaman kördüğümleştiği haliyle bakmışlar. Yola çıktıkları romanın dertlerine bugünden dolayabildiklerini dolamaktan çekinmemişler. Bu esnada filmin zaman zaman kendi sorularını sorup, kendi cevaplarını vermesini de engellememişler.

berlin alex6.jpg

 Açılış sahnesinde ancak mülteci olmanın olasılıklar evreninde belirebilecek cehennemi bir tecrübe yaşayan Francis, ilk dönüşümünü-metamorfozunu-yeniden doğumunu Akdeniz’de yaşıyor. Yolculuğunun son durağı Berlin ile ilişkisi, Hades’in memleketi, yer altından madenlerde başlıyor. Akdeniz sularında Afrikalı Francis’i öldüren tecrübeden sonra yeryüzüne onu artık ancak bir tanrı taşıyabilir. Ancak bu tanrı, ibrahimi dinlerin tanrısı gibi değil de; insan formunda, insan gibi karakteri, duyguları, arzuları olan, kötülük de yapabilen, zaafları ve kusurları olan Grek tanrıları gibi bir tanrı olacak.

berlin 18.jpg
İyiBiriOlmakİstiyorum

İyi

Biri

Olmak

İstiyorum

Hayattan bir lokma ekmekten fazlasını isteyerek Bassau’dan yola çıkan Francis’in yolda üstüne yığılan ve kendisini de hayat boyu suçlamasına neden olacak felaketin hemen ertesinde; daha Reinhard tarafından yeryüzüne kondurulmadan da önce kendi kendine iyi (biri) olacağına dair söz veriyor-hedef koyuyor. Etik meditasyonu sonucunda iyi olmanın dayanacağı prensibi de “makul olmak”ta buluyor. Tıpkı uçlardan uzak olmayı salık veren Aristoteles gibi… Film, merkez karakteri üzerinden seyirciye, içinde bulunduğu sistemden ve sistemin makul bulduklarıyla etkileşimlerden bağımsız olarak makul olmanın sınırlarını çizemeyeceğini gösterecek. Makul olmanın, uyumla mümkün olduğunu, uyumun da ancak sistem içinde kalarak, sistemin onun için biçtiği kaftanla barışık olmakla sağlanabildiğini görecek. Francis’in zihninde iyi ile makul çatışacak ve Francis bir kimliksiz mülteci için sistemin biçtiği dona razı gelmeyecek. Sonunda Berlin’deki ilk çatallanmayı, ilk tıkanıklığı yaşayacak ve düşüşünü ona “makul ol!” diyen sistem zebanisini kör ederek yaşayacak. Reinhold “Turistlere ot satarak mı (kötü olacaksın)… Bu ülke diktatörlere silah satıyor” derken film, etik alanında makul konusundaki duruşunu açık ediyor.

berlin 16.jpg

İsim vermek tanrısal bir eylem… Yaratıcı isim verir; anne-baba ya da tanrılar – hep sahip olan , sahip gören isim verir. Mülteci botundan düşüp denizde – önce ilk kez ölerek -  yeniden doğan adamın adını yeni tanrısı-babası-şeytanı Reinhold verdi ve Francis, Franz oldu. Francis, kolonyalizm artığı Afrikalı mülteci ismini attı ve Hegel’e göre tinin son durağı bir Alman adı aldı. Yeniden doğuşla; Ruhu, Kalbi ve Tini dönüştü-değişti ama Teni aynı kaldı. Böylece kapıyı ardından tam manasıyla çekemedi. Filmin meleği-Meryem’i-iyisi Mieze’nin filmin başında ilan ettiği gibi Franz, Berlin’de üç kere daha düşecek-ölecek.

“Ruh-Kalp-Tin-Ten”

“Ruh-Kalp-Tin-Ten”

Berlin Alexanderplatz, Reinhold’un Francis için tanrılsallığını kaderileştirmiyor. Rainhold, Francis’i günümüz toplumunun onu sıkıştırdığı kasttan ayırmayı masaya koyan bir kara anlaşma yapabilen bir Mephisto’ya dönüşüyor - mitolojik ya da ikonografik; farklı inanç kalıplarından günümüze uzanabilmiş kavramları birbirlerinin içine sokarak anlatı ögeleleri kurgulamış. Faustlaşan Francis’in özgür iradesi tüm karar anlarında, tüm çatallanmalarda devrede. Francis, yol ayrımlarında yaptığı seçimlere sonradan bağlı kalmayarak, kendisini kuran kararlarının yükünü taşımayınca tanrısı onu terk ediyor ve tanrının buyruğuyla bir kez daha düşüyor. İktidarını kaybediyor. Ve Meryem (Mieze) onu yeniden doğurana kadar arafta bekliyor.

Günümüzün baskın Sahicilik ve Görecilik akımlarını ithafen- belki de bunlara bir sınır çizecek biçimde: “Kendisine karşı dürüst olamıyorsa gebersin.”

Günümüzün baskın Sahicilik ve Görecilik akımlarını ithafen- belki de bunlara bir sınır çizecek biçimde: “Kendisine karşı dürüst olamıyorsa gebersin.”

Mieze’nin etki alanında yeniden hayat bulan Francis, bir üçüncü kez doğup Portekizli Francos olmanın peşine düşüyor ancak bu esnada bir altın el sıkışma ile Reinhold’dan ayrılmak istiyor. Ancak tarihin bizlere kanıtladığı üzere; iktidar iktidarından el sıkışarak vazgeçmez. İktidarın yüce gönüllülüğüyle sömürülen sömüren ilişkisinden çıkılmaz. Reinhold’un perspektifinden aralarındaki hiyerarşi ırksal referanslarla  yeniden tesis ediliyor. Reinhold, Francis’e yeniden maske giydiriyor, yeniden Francis’e mutluluk karışında güç ikilemine sokup ona gücü seçebileceği bir ikinci yol kuruyor. Reinhold’un patronu Pums ile imaj-nesneleşen geleneksel tanrıdan da beraberce kurtuluyorlar, burada gelenekten modernizme oradan postmodernizme tanrının medeniyetin işleyişindeki konumunun izleğinin takip edildiği hissine kapılıyoruz. Francis’in Pums’u tehdidinde Nietzsche’den izler bulmak da mümkün. Reinhold bu yeni ortaklıkta hiyerarşinin tesisi için bir kıyafet balosu düzenliyor. Burada kendisi medeniyeti getiren beyaz gezginken, Francis için goril kostümünü uygun buluyor – Francis’in Reinhard’ın yolunu açıkça seçtiği bu goril kostümünü kabul etmesiyle tescilleniyor. Film Francis’in bu tercihini affetmeyecek.  

Francis’e adını veren din de her şey gibi postmodern dünyaya uyum sağlamış, neonlaşmış… Zamanında takipçilerinin kendilerini aslanlara atmaktan çekinmeyeceği, sağ tokada sol yanak döndüğü dönem de; aslan olup inanmayanların üstüne atladığı dönem de …

Francis’e adını veren din de her şey gibi postmodern dünyaya uyum sağlamış, neonlaşmış… Zamanında takipçilerinin kendilerini aslanlara atmaktan çekinmeyeceği, sağ tokada sol yanak döndüğü dönem de; aslan olup inanmayanların üstüne atladığı dönem de geride kalmış. İnsanların altına koyduğu zeminle beraber erimiş; önce akılcılıkla bıçaklanmış sonra görecilik içinde toplumda derişimini kaybetmiş. Amaçlığını kaybetmiş, kimlik turnusolü olmak gibi araçsallaşmış.

Film, kitabın varoluşçu modern insan irdelemelerini ve senaryonun yeraltı edebiyatı silahlarını Qurbani’nin tempolu, konvansiyonel, alegorik ve bugünden uzaklaşmayan sinematik ufkuyla buluşturup bugünün kimlik sorunları, şekil değiştiren sömürülen-sömüren ilişkileri ve varoluşsal kaygıları üzerinden günümüz toplumuyla yüzleşiyor. Topluma yaklaşırken Haneke’nin günümüz toplumunu sahibi olarak suçladığı orta sınıfa dönerek kurduğu perspektif gibi, Qurbani’nin Belin Aleksanderplatz’ı da çerçevesini; beyaz çöp (white trash), adi suçlular, seks işçileri, mülteciler, sakatlara, bir nedenle sosyal yapıya tutunamayan - filmin deyişiyle - ucubelerine, toplumun reklam panolarını süsleyen şık ve biçimli duran ideal formunu bozan unsurlarına, varlıklarıyla ideal formu mutantlaştıracaklara çeviriyor.

Biz yeni Almanlarız. Trans kız, siyah amazon, tek kollu haydut
berlin alex5.jpg

Film; Grek mitolojisinden, Hristiyan ikonografisine, oradan aydınlanmaya, oradan modernizme ve varoluşçuluğa ve postmodernizme uzanarak çeşit çeşit sembolü anlatı ögesi olarak kullanmış - bunu yaparken seçtiği nesnelerini kıyıdan köşeden almamış, ortalama izleyicinin kolayca tanıyacağı işaretleri seçmeye özen göstermiş. Film, parlayan anlarından birinde film olay örgüsünde mutlak yeri olmamasına rağmen Mieze ve Francis’e  Michelangelo’nun Pieta’sını canlandırtıyor. Michelangelo Pieta’da, Meryem’in “bozulmaz saflığını” vurgulayacak şekilde çok genç olarak tasvir eder. Pieta seçimi ile Berlin A., Mieze’nin filmde tam olarak durduğu yeri imler; escortluğunun onu kirletemediği vurgular. Ahlak ve ahlaksızlığı, insanı lekeleyecek şeyleri açıkça başka yerlerde bulmaktadır...

berlin alex7.jpg
berlin alex14.jpg

Heykel, İsa’nın çarmıhtan alındığı anı gösterirken Francis de İsa gibi ölmüştür – ikisi de yeniden dirilecektir. Francis’in insanlarla kurduğu ilişkilerinde zaman zaman öne çıkan şefkati de, epizodik bir anlatısı olan filmde Francis’in İsa dönemine işaret etmektedir. Pieta, İsa’nın insanlık için çektiği çileyi gösterir; İsa başkalarının günahının bedelini ödemektedir. Burada Reinhold’un Francis’e sözleri akla gelir:

Parayı biz ödesek de bedel ödeyen sizlersiniz.
berlin alex13.jpg

Berlin Alexandrplatz, konvansiyona riayet eden sinematik dili, çok derine gömmediği sembolizmi ve klişeleşmekten birkaç adım uzakta - çoğu izleyicinin aşina olduklarıyla inşa ettiği geveze alt yazıları ve temposuyla; 183 dakikalık süresine ve suçlayıcı ve sert doğasına rağmen olabildiğince izleyici dostu bir film… Qurbani, aşinalıklar klişelere dönüşüp filmin özgünlüğünden çalmasın diye dikkatli bir mimari ile filmi etkili bir sinematik konstellasyon halinde sunmuş. Konstellasyonun doğası gereği, parçalı epizodik bir anlatımı var. Epilog bölümün varlık sebeplerinden ve son anda filmin bağlandığı kazığı değiştirme nedenlerinden emin olmamakla beraber; hem ulaşılabilir hem güçlü olmasıyla hem de bugünü tartışan tarihsel doğasının işlevselliğiyle bu senenin şimdiye kadar en iyilerinden…

berlin 17.jpg
berlin alex10.jpg
Tempometre_7.png
AnlatımınNiteliği_İmgesel_3.png
FelsefiDerinlik_07.png
SinematikZenginlik_07.png

Puan:

8.5.JPG

Puanlama, 10 üzerinden yapılmıştır ve tamamen kişisel tercihlere dayanmaktadır. Notun belirlenmesi için kullanılan kriterler tamamen keyfi bir biçimde oluşturulmuş ve bu kriterlerin ağırlıklandırılmasında da benzer bir metodoloji kullanılmıştır. Puanlar, kategoriktir.

Fragman