Matrix Resurrections (2021)

Yönetmen: Lana Wachowski

Oyuncular: Keanu Reeves, Carrie-Ann Moss, Jessica Henwick, Yahya Abdul-Mateen II

Bence: Matrix Resurrections’a başlamadan sinema tarihinde çığır açan ilk film The Matrix’i serinin dördüncü filmine uzanan yüzüyle bir hatırlamakta fayda var; çünkü dördüncü film serinin -ve serinin ruhunun- bir devamı olmaktan ziyade ilk film ile ortaya konan perspektifin tam karşısına konumlanmış. İlk filmin yükselttiği enerjiden para üretme araçları olarak kurgulandığını düşündüğüm ikinci ve üçüncü film fiyaskolarından sonra matrix’in yeşil neondan akan satır ve sütunları, sonunda havadan sudan konuşarak cepten yemeyi bırakmış ve bir kulak kabartmayı hak eden bir içerikle seyircisine sesleniyor. Matrix Resurrections, dünyanın dönüşen düşünce evrenine uyumlanan bir yeni perspektife kendisini konumlamış. İlk filme dönersek; öncelikle The Matrix’in hümanist olduğundan bahsetmek gerekir; yani insan merkezli bir bakışı vardı. Buna bağlı olarak makineler başta olmak üzere her türlü varlığa karşı insanı hiyerarşik olarak yukarıda konumluyordu. İnsan-makine (yapay zeka) karşıtlığının dışında, gerçek dünya-simülasyon/sanal dünya (matrix), inananlar-inanmayanlar gibi ikilikler üzerinden kendisini gösteren diyalektik bir bakışı vardı. Film, orda bir yerde ulaşılabilir bir gerçeklik olduğunu düşünüyor ve buna bir kahraman aracılığıyla ulaşabileceğimizi düşünerek modernist anlatı perspektifini güçlendiriyordu. Nesnel varlık alanını (fiziksel gerçekliği), diğer varlık alanlarının yukarısında konumluyordu – başka bir varlık alanını tercih edenler filmin, Reagan gibi kötücül gördüğü (kötücül olarak yarattığı) karakterlerdendi. Konformist ya da simülasyon tarafından gerçeklik algısı bozulmuş diğer varlık alanını dünyası kabul etmiş sıradan insan da “özgürleşene” kadar filmin tabiriyle düşman olarak kalacaktı.

Matrix Resurrections, ilk filmin bakışının tam tersine konumlandığını, kabaca post-modern bir anlatı perspektifine kaydığını açılış sahnesine baş aşağı kadraja yerleştirdiği, 5 sn içinde ayaklar altına alacağı bir su birikintisinden oluşmuş ayna ile imliyor. Böylece; iki filmin dünyaya baktıkları perspektiflerin birbirlerinin ayna görüntüsü gibi iki kutba yerleştiğini daha en başından gösteriyor. Matrix Resurrections, insan merkezli bakıştan vazgeçiyor ve diyalektiği reddediyor; makine-insan ayrımı gibi ayrımlarla arasına mesafe koyuyor. Hatta üçlemenin kimi büyük kahramanlarına, eski kafalı ve “geçmişin (eski kafalı) insanı” muamelesi yaparak, onların hem harelerini hem de dişlerini söküyor.

Üçlemenin Niobi’si vs bilgeliği falan kalmamış bildiğin eski kafalı Resurrections’ın Niobi’si

Nedensellik zincirine bağlı saf bilimsel bilginin temsilcisi Merovingian’ı modası geçmiş bir evsiz barksız ve SAHİPSİZ olarak bugüne taşıyor. Araçsal aklı karşısına alıp; zamanında serinin büyük saygı duyduğu Naobi’nin yüzüne “Zihinleri kurtaracağın yerde, burada (verimlilik üzerinden) meyve yetiştirmeye önem veriyorsun” diyerek onu açıktan aşağılıyor.

İki filmin anlatı perspektifleri arasındaki (1 ve 4) en büyük dönüşümlerinden biri de iki filmin özneye bakışında kendisini gösteriyor; birinci filmde yol boyu verdiği kararları ile - varoluşçu bir tavırla – kendi kendini inşa etme çabasındaki öznenin yerine dördüncü filmde “kurulu özneden” kurularak bireyleşme çabasını koymuş. Özneleşmek ilk filmin yönünü belirlerken, (kurulu) öznelikten kurtulmak Ressurections’ın yönünü belirliyor. Ressurections’ta artık Matrix kelimesi, doğrudan kapitalizm kelimesiyle ile örtüşüyor. Film, yapının/kapitalizmin, kişinin arzularına kadar uzanıp, ne arzulayıp arzulamayacağını belirleyip, kişiyi yapının sürekliliğine uygun bir biçimde şekillendirmesinin karşısında duruyor – “kurulu özne” böyle bir şeydi; özne bir şeyin belirleyicisi olmak yerine sadece kararın verildiği yerdi. Neo-Thomas Anderson’ın yeni matrixteki hayatında sistemin kalıpları açıkça izleyiciye gösteriliyor: Sabah kalk, duş al, spor yap, kahveni iç, otur toplantı yap, asansörde telefonunla oyna, böyle görün, bundan zevk al, şunu arzula, sopan bu havucun şu...

Filmin de defaatle dediği gibi; kurulu özne için “Seçenek dediğin bir yanılsamadır/ The choice is an illusion.”.

Tekmeleyerek çene kırmak isteyen Trinity’den, iki çocuklu soccer mom (çocuklarını spora götüren) aile annesi Tiffany yaratan yapı, arzuları dönüştürerek ve bireyleşmenin önüne geçerek bunu başarabilir anca. Tiffany bu perspektiften tam bir kurulu özne “O tam bir mavi hap/She is pure blue pill”… Son filmin uygulamada ilk filmin uzağında kaldığından tabii bahsedilebilir; ilk filmin biricikliğini ve fikri gücünü bir kenara koyuyorum. Tiffany gibi yıllar içinde kurulmuş öznenin, 15 saniyede Trinity’e dönüşmesi - bireyleşmesi, ancak özcü bir yaklaşımla mümkün ve bu yaklaşım filmin anlatı perspektifine çok da uymuyor; ancak Tiffany-Trinity geçişinin böylesi bir kırılmayla olmasına hikayenin ihtiyaç duyduğunu düşünmüşler ki bu kontrollü riski almışlar. Ama bu eleştirim sizi yanıltmasın; birkaç göz göre göre sendeleme ve birkaç uygulama zayıflığı dışında Matrix Ressurections, büyük resimde gene de attığı kuşu vurabilen, ilk filmdeki bakışını ter yüz edebilen ve böylece de ikonik ilk filme yakışan bir devam filmi olmuş. Matrix Resurrections, ilk filme ilişkisi üzerinden, ilk filmin çıktığı irtifayı da kullanarak kendisine değer kazandırmayı başarıyor. Tek başına olsa yüksek ihtirasının içini doldurması pek mümkün olmazdı.

İlk filmin simülasyonunda/matrix’indeki her birey, pil tarlasında gerçek bir insana - bir özneye - karşılık gelirken son filmin yeni matrix’inde (yeni düzenden ziyade, bir yeni kavrayışa işaret ediyor bu yeni matrix) var-olanların/kişilerin çoğunlukla yapı tarafından kurulmuş bot’lardan oluşmuş. Bilgisayar algoritmalarıyla oluşmuş ve yarı otomatik işleyen bot’lar ile yeni matrix’in (yapının) ilişkisi aynı bizim dünyamızdaki “yapı-kurulu özne” ilişkisini kopyalıyor; yani yeni filmin kavrayışında dünyadaki çoğu insan birey olmamışlar; hepsi kurulu özneler oldukları ve botlar gibi yarı otomatik, algoritmalara dayanan robotlar gibi karar alıyorlar. Filmin kendine kurduğu evren ile filmin anlatı perspektifi   böylelikle birbirleriyle uyumlandırılmış.

Yeni matrix’e Neo-Thomas Anderson, bir bilgisayar oyunu yaratıcısı olarak yerleştirilmiş ve kurulu özne olmaya başta psikanaliz/psikiyatri/psikiyatrik ilaçlar vesilesiyle zorlanıyor – tıpkı Deleuze, Foucault gibi post-yapısalcıların öne sürdüğü,  psikanaliz/psikiyatri alanı ve psikiyatrik kurumları kötüledikleri nedenlerden dolayı… Neo-Thomas Anderson bu zorlamadan, ilk filmde yaşananların kendi kendini bir döngü içinde kendini tekrar ettiği bir program yazarak aşacak olması filmin durduğu yer açısından çok şey anlatıyor. Bu kendini tekrar eden döngüdeki farkların adım adım kurtuluşu sağlaması akla (en az) iki düşünürü getirmeli: Ebedi dönüş üzerinden Nietzsche ve “Fark ve Tekrar” üzerinden Deleuze… Bu iki düşünürün post-modern/post-yapısalcı düşüncenin dedesi ve yıldızı olmaları, ilk filmin hümanist/varoluşçu modernist bakışından kopuşunu tasdik ediyor. Bu bakışa göre; büyük anlatıların/ideolojilerin iddia ettiği gibi ortaklıklar değil, farklılıklar bizi düzlüğe çıkaracak; tekillik bizi bireyleştirip özgürleştirecek...

İlk filmdeki Neo’nun modernist, durumu dönüştürmeye muktedir kahraman konumu, son filmde ancak bireyleşebilerek fark yaratabilen bir Tom’a indirgenmiş durumda – hatta bireyleşebilerek fark yaratabilen bir Trinity’e – Yönetmenleri Wachowskilerin dönüşümünü de burada hatırlayabiliriz… Bu haliyle film, hem queer hem feminist teoriye göz kırpıyor ve Trinity’e anlatının çok da ihtiyacı olmadığı -ya da tam ihtiyacı olduğu- sorumluluklar veriyor, güçler bahşediyor. Yeni matrix’te sırf bu pozisyonu vurgulamak için bir kahramanlık ve günü kurtarma parantezi açılmış ve bu role bir Trinity yerleştirilmiş.

Matrix’in kapitalist düzeni temsil ettiği filme, eski filmin Smith’inin büyük burjuva, Neo’sunun çalışan/işçi olarak konumlandırılması sınıfsal bir boyut eklemiş. Ancak yapıyla mücadele esnasında Smith ile Neo’nun beraberliği, filmin iktidara bakışının Marxcı değil, daha ziyade Foucaultcu olduğunu gösteriyor – modern yerine post-modern perspektif. Yani film kapitalizmi; iktidarı ele geçirip diğerlerini ezen bir sınıf görüşü yerine; herkesi zorla kalıplara sokup özgürlüğünü kaybettiren, her seviyeye ayrı ayrı görevler veren, donlar biçen ve her şeyi kontrol eden bir düşman yapı olarak görüyor. Bu yapı gücünü de matrix’te kalmayı tercih eden, matrix’e/kapitalizme meşruiyetini veren konformist kurulu öznelerden (de) alıyor.

Kurulu öznelerin yapıyı sürdürmedeki rolünü vurgulamak için Matrix Resurrections, postmodern bireyleşme kalkışmasını bastırmak için ajanlar yerine bot’ların (matrix evreninin sıradan kişilerinin) bireyleşmeye kalkanların başını ezmek üzere hep birlikte saldırıya geçmesini istemiş. Bu bot taarruzu (filmin dilinde akını/swarm’u) Foucaultcu panoptikon’u da akla getiriyor. Yapının paralı askeri ya da  görevli savunucusu olarak Ajanların baskısı yerine sıradan insanların sistemi koruma çabası yine iki filmi karşı kutuplara konumlayan bakışın bir yansıması/kanıtı olarak elimizde… Bir kolluk gücü vesilesiyle iktidarın devamını sağlayan bir sistem yerine; toplumu oluşturan insanların birbirini kontrolü ve sonunda insanların yasaları-sistemin dayatmalarını- içselleştirmesi ve kendi kendilerini kontrol etmeleriyle ile sistemin devamlılığının sağlanması yeni matrix’te ortaya çıkıyor. Botlar, yasayı içselleştirmiş, mükemmel kurulu özneler olarak yeni matrix evreninde varlar.

Film, perspektifini karşısına aldığı değerler üzerinden de açıkça ortaya koymuş. Filmin baş karşı-karakteri (villan’ı) bir psikanalist/psikiyatrist. Freud-Lacan çizgisine, başta Deleuze tarafından getirilen en büyük eleştiri, psikanalizin, iktidarın normal tanımı üzerinden kurulan normlar vesilesiyle özgün tavırlara sapkınlıklar olarak bakıp ana akımdan (yapının kurduğu kapitalist düzenin devamını sağlayacak ana yoldan) sapan arzuları hastalıklı görerek düzeltme, geri ana akıma sokma gayretinde olması olarak özetlenebilir. Bireyleşmeye önem atfeden Delueze ve Guattari’nin psikanaliz-kapitalizm bağlantısı üzerine yazdığı “Anti-Öpidus: Kapitalizm ve Şizofreni” kitapları bu noktada hatırlara gelecektir.  Psikiyatri ve psikiyatrik ilaçlar da bu bağlamda yine Foucault’nun “Akıl Hastanesinin Doğuşu” kitabı bağlamında kurulu öznenin tarafında kalacaktır – Neo-Thomas Anderson’a verilen mavi hapları bu bağlamda değerlendirilebilir. Kırmızı hapın devrimciliğine veya bireyciliğine karşı, mavi hapın kapitalizmin uysal ve uyumlu kurulu öznesi…  

 
Onu tekmelemek istedim. Çok sert değil. Belki sadece çenesini kıracak kadar.
— Trinity

Dördüncü filmin, diyalektik anlayışı da karşısına aldığının açık bir işareti olarak yine filmin negatif anlamlar yüklediği anlatı ögelerinden – ve yapının nesnelerinden- Neo’nun çalıştığı şirketin adının Binary (İkili/ikicil) olması doğrudan bir kanıt olarak sunulabilir.

Analist ve devamlı ortaya çıkan kedisi ile kapitalizm bağlantısı akla yine kapitalizmle ilişkili bir insan-kedi çifti olarak Gargamel ile Azman’ı (orijinalinde adı ölüm meleği Azrail) akla getiriyor. Filmin hümanizmden uzaklaşan doğasının gereği analistin kedisiyle Neo-Thomas Anderson (insanlık) arasında yeni bir sulh kuruluyor. Burada akla Azman’ın, temelde bir komünizm masalı olan Şirinler’de karşı-karakterlerin beyni olarak kapitalizmi yönlendirdiği söylentisinden hareketle Neo-Thomas Anderson ile kedinin sulhuna bakarak; post-modernizmin kapitalizmin nüvesiyle yeni bir anlaşmanın peşinde olabileceği fikrine de ulaşılabilir.

Analistin göründüğü son sahnede filmin bir anda kendisini ciddiye almayı bırakması ve sinik bir tona dönmesi, post-modern sanatın karakteristik kokusunu bu noktada filme sindirmek amacıyla yapılmış bir numara gibi gözüküyor. İlk film; insan varoluşu, insanlığın bilgi ile ilişkisi ve geleceği gibi büyük konular içinde, büyük anlatılar arasında dolanırken büyük bir ciddiyet ile başlayıp aynı ciddiyet ile tamamlanmıştı.

 Matrix Resurrections, uygulamadaki kimi ortalama çözümlerinin yanında dev ilk filmin mirasını sırtlanabilen ve seriye bir zamansallık kazandıran devam filmi olarak bence saygıyı hak ediyor. Hakkında bu kadar kötü fikrin bu kadar çabuk dillenmesinden etkilenen birçok izleyicinin; vagona atlayan küfür etsin tadında filmin üzerine giden (Türkiye’deki) sinema ulemasından etkilenip bir tür sinematik histeri oluşturduklarını düşünüyorum. Bu vesile ile sinematik kargalarımızı belki gözden geçiririz. Bunu demişken filmin, her türlü özgün kötü eleştiriyi ise hak edebilecek bıçak sırtı yönlerinin olduğunu da kabul ediyorum.

Puan:

Puanlama, 10 üzerinden yapılmıştır ve tamamen kişisel tercihlere dayanmaktadır. Notun belirlenmesi için kullanılan kriterler tamamen keyfi bir biçimde oluşturulmuş ve bu kriterlerin ağırlıklandırılmasında da benzer bir metodoloji kullanılmıştır. Puanlar, kategoriktir.

Fragman