Pelikan Kanı – Pelikanblut - Pelican Blood (2019)

dramyeni.jpg
DogaUstuy2.jpg
 
pb poster.jpg

Yönetmen: Katrin Gebbe

Oyuncular: Nina Hoss, Yana Marinova, Murathan Muslu

Ödüller: Sitges Katalonya F.F. – En İyi Avrupa Filmi, Hamburg F.F.- Pordüktörler Ödülü, Austin Fantastik F.F. - En İyi Yönetmen

Bence: Pelikan Kanı, bir eski tartışmayı bana yeniden hatırlattı: İyi filmi, beğeniden nasıl ayıracağız- ya da ayırmalı mıyız? Beğeni dediğimiz şey, bunların farkında olalım olmayalım, iyi film olmaya dair çeşitli öznel kriterlerin, öznel bir ağırlıklandırılmasıyla yapılan bir tamamen öznel değerlendirme mi aslında? Aradaki fark da tam öznellik (beğeni) ile nesnele de göz kırpma gayreti olan bir öznellik (iyi film) mi? Belki, beğeni için bilinç aradan çekilerek bilinçdışına tam yetki verirken; “iyi film” apoletleri için filmler, bu defa –tepesinde bekleyen toplumsal beklentiler gibi dışsal etmenler ile beraber- bilinç düzeyinde (ama bilinçdışını dışlamadan) mı tartılıyor? Nasıl üretiyorsak üretelim ben de son zamanlarda moda olduğu üzere iyi filmler ile beğendiğim filmleri – belki bir üçüncü kategori olarak sevdiğim filmleri- birbirlerini tam olarak kapsayacak biçimde üst üste koymuyorum. İyi film olarak görüp beğenmediğim filmlere bir örnek vermem gerekirse aklıma ilk olarak Todd Phillips’in Joker’i ve Joker’in hakları için ayağa kalkanların gırtlaklarına hayvan sesleri koyarak aşağılayan bakışı geldi.

pb2.jpg

Pelikan Kanı’na dönersek, Gebbe’nin filmi iyi bir film ve filmi de aslına bakarsanız beğendim; ama filmi sevmedim – bir açık kapı bırakarak; bu teorimi yazının sonunda paylaşacağım ki o doğruysa o zaman film üç değerlendirmeden de geçmiş olur benim için. Şimdilik teorimi kenara bırakalım; anlatım ile bir sorunum yok, ki her şeye rağmen gideceğim “Pelikan Kanı iyi film” yolunda anlatım belirleyiciydi. Ancak, sunduğu anlatı perspektifi konusunda film samimiyse; ardında bir başka oyun barındırmıyorsa, bu perspektiften hoşlanmadım. Film, izleyicinin bir kısmını öfkelendireceğinin ve “bu nerden çıktı şimdi?” dedirteceğinin farkında olduğundan sona bıraktığı anlatı perspektifinin gizlendiği dolaptan çıkmasıyla savrulması sürprizi açıkçası beni şaşırttı. Pelikan Kanı, benim her zaman değer verdiğim, izleyici içinde kalıcılığı yüksek sorular bırakmaya oldukça yakınken, bıraktığı alanları son kıvrımında New Age’e çalan bir perspektiften dinamitler koyarak ortadan kaldırdı. Bu çerçeveden bakınca Pelikan Kanı, kaçırılmış bir fırsat (olabilir). Apar topar açıkladığı ve kendini bağladığı bakışı üzerine film, hiç tartışmıyor da; söyleyip bırakıyor. Kendini o son kıvrıma kadar adım adım taşıdığı yerin keyfini sürmüyor. Bu beyanın altı da boş. Bir olasılık Pelikan Kanı; aman ucu açık kalmasın, aman izleyiciler filmden çıktıklarında ellerinde ufak da olsa ortak şey olsun diye bir yerlere dayanmak, bir sınır çizmek, bir şemsiye altına girmek istemiş de olabilir.

pb9.jpg

Filmin adı, Hristiyan mitolojisinde de kullanılan pelikanların kıtlık dönemlerinde kendi göğüslerini gagalayarak yavrularını kanlarıyla beslediği inancına dayanıyor. Kan ile besleme; komünyonla, İsa’nın tutkusu ve özveri ile ilişkili tabii… Filmde, bu mitin eski versiyonlarında görülen pelikanların ölen yavrularını kanları ile tekrar hayata döndürmesi öne çıkartılmış. Mitin bu özveri-diriliş varyantıyla filmin başlarında izleyiciye açıklanması Pelikan Kanı’nın, spritüel ve romantik karakterini, doğaüstü ile ilişkisini ve modern bakıştan ve modernizmin araçlarından uzaklığını baştan izleyiciye işaretliyor olabilir. Filmin adı ve mitin sunumu, kendisini uzun süre saklayacak anlatı perspektifi hakkında bir önden ima olarak görülebilir.

Poster_The_Scottish_National_Blood_Transfusion_Association.JPG

Nora Fingscheidt’in Oyunbozan – Systemsprenger (2019)’dan hemen sonra ortak sağduyu alanında, günümüz zamanın ruhu içinde sistemi tıkayan ve ahlaki ikilemler yaratan sorunlu çocuk filmleri Almanya’dan çıkmaya devam ediyor... Oyunbozan’da çocuğun kendisi ve onunla baş etmesi gerektiği gibi edemeyen sistem ve mükemmel görünenin bozuklukları odaktayken; Pelikan Kanı, kendi sistem tıkayan çocuğunu nesneleştirerek odağı bu sorunun üstüne yıkıldığı yeni ebeveyne-veliye kaydırıyor. İlk filmde kararlar, olay örgüsündeki çatallanmalarda özne olma görevi çoğunlukla çocuktayken, bu defa yine yeni-edinilmiş-velide. İki film de günümüz düzeninin tıkandığı, genel geçer ahlakının çözümsüz kaldığını, bugünün bireyini donduran bir durumu kurguluyor ve ürettiği bataklığın içinde tartışmalarıyla zamanı ileriye sarmaya zorluyorlar: Bu çözümsüzlük halleri nelere gebe olabilir, onları araştırıyorlar.  Yıkımın nereden başlayacağını ve enkaz altında kimlerin, nelerin – belki hangi kavramların- kalacağının peşine düşüyorlar. İlk film ayağını yerden kesmeden tartışmayı sonuna kadar aynı düzlemde ilerletirken, ikinci film (en azından zahirde) aklı ve rasyonel dünyayı yıkacak ve doğaüstünün spritüelizmin kucağına savrulacak. Burada film tıkanıklığın boyutunu göstermek için mi bu savrulmayı yaşıyor ve bu yaptığı aslında sinemasal oyunun parçası mı, yoksa filmin niyeti zaten baştan akılcılın tıkanıklarını gösterim onu ezmek mi, bunun kararını her izleyici kendisi verecek.

Weibke’nin evlat edindiği iki çocuğa filmin bakışını yansıtan bir kare; iki çocuğu arkalarındaki ağaçlarla beraber değerlendiriniz.

Weibke’nin evlat edindiği iki çocuğa filmin bakışını yansıtan bir kare; iki çocuğu arkalarındaki ağaçlarla beraber değerlendiriniz.

Filmin olay örgüsü çok duru bir başlangıç koşulları üstüne gelişecek. Petzold’un  Phoenix’inden hatırlanacak Nina Hoss, son dönem Alman sinemasını oyunculuk bağlamında Franz Rogowski ve Sarah Hüller gibi birkaç isimle beraber taşıyan oyunculardan biri. Hoss’un canlandırdığı Wiebke, polis atlarını eğiten bir çiftlik sahibi at eğitimcisi ve Bulgaristan’dan bir kız çocuğu evlat ediniyor. 5 yaşındaki Raya’nın, bebekliğinde yaşadığı trajedinin sonucu olarak sürüklendiği hastalık mı yoksa sadece bir öz-savunma mı olduğu tartışmalı durumu ile Wiebke’nin her şeyi yerli yerinde hayatını karıştırdıkça film kendi tartışmalarına alan buluyor.

pb10.jpg

Film çok da hoşlanmadığı modernizmin temsili doktora/psikiyatra “Sevgi, Raya için yeterli değil” dedirtirken aslında saldırabileceği bir tilkiyi ormanına salıyor ve bir sürek avını başlatıyor. Pelikan Kanı, sevginin ve inancın kendi yolunu çizeceğini düşünüyor. İnancın böylesi, akla Eyüp’ün inancını ve Kierkegaard’ın inanç üzerine hatırlattıklarını getiriyor. Tabii bu paragraf, filmin yukarıda bahsettiğim ve aşağıda detaylandıracağım gibi bir oyun oynamadığı ve filmin kendisini bağladığı yere inandığı varsayımı altında geçerli…

Filmin rasyonel alanla-olanla ilişkisini gösteren sahnelerden… Film, sorunun bu düzlemde önerilen çözümlerine güvensizliğini anlatıyor.

Filmin rasyonel alanla-olanla ilişkisini gösteren sahnelerden… Film, sorunun bu düzlemde önerilen çözümlerine güvensizliğini anlatıyor.

Filmin, modernizme  “mekanik ve indirgemeci” eleştirilerini yansıtan bir mizansen ve atmosfer…

Filmin, modernizme “mekanik ve indirgemeci” eleştirilerini yansıtan bir mizansen ve atmosfer…

Pelikan Kanı ile ikircikli ilişkimin nedenlerini açıkladığımı düşünüyorum, pekiyi neyi beğendim ve Pelikan Kanı niye böylesi tartışmalı bir anlatı perspektifine rağmen hala bence iyi bir film? Harika oyuncu yönetimi ve filmin içsel temposuna uygun kurgusunun ötesinde Pelikan Kanı’nın karşıtlıklar üzerinden gerilimlerle örülmüş müthiş bir çekiciliği var: Bilinç-bilinçdışı, öz-üvey, kültür-doğa, epistemolojik-ontolojik, özgür irade-belirlenim, öğrenilmiş-doğuştan, güvenlik-özgürlük, mantık-inanç, özgün-taklit… Bu gerilimlerden birinin ağına yakalanmak izleyici zihninde bir tartışma başlatmaya yetiyor. Film, bazısı günümüz politik doğruculuğunun bazısı bugün geçer olan ana-akım ahlaki ön kabullerin altına döşediği rahatsızlıkları sahne sahne büyüttükçe izleyiciyi huzursuzluğu da büyüyor ve film, izleyicinin kendi varsayımları ile çelişmesi sayesinde kaçınılmaz olarak tartışmaya dahil olmasını sağlamaya çalışıyor. Pelikan Kanı,  Weibke’nin Raya ile ilişkisine bakılarak, evin kuralı-kanunu ile toplumsal olanın kuralı-kanunu arasındaki yarattığı çatışmaya bakılarak; vatan hainliği suçlamasıyla gömülme hakkı günün yargı iradesi Kral tarafından elinden alınan ağabeyi Polynices’i evin kanuna dayanarak gömen kız kardeş Antigone’nin hikayesinin bir varyantı olarak da görülebilir.

pb1.jpg

Pekiyi gel gelelim yazının en spekülatif ve tartışmalı bölümüne: Filmin kendisini aklayacak oyunu ne olabilir? Bence, Pelikan Kanı savrulduğu son ile aslında, önceden ortaya koyduğu açmazın çözülmezliğini sinematik olarak gösterme çabasında olması gayet olanak dahilinde. Akılın hükmünden bir anda inancın hükmüne sıçramasının, doğaüstünden yardım almasının, “ben para tuzağı bir dolandırıcıyım” diye bağıran bir karaktere tüm sorunları deus ex machina tadında bir hamleyle temizletmesinin bize önerdiği, aslında bir çözüm olmayabilir; film sinematik olarak çözümsüzlüğü göstermeye-anlatmaya çalışıyor olabilir. Sonunda çözülemezliğe vardığımız anda, bu son kıvrım öncesi orada bulunan, film boyu birikmiş tüm soru işaretleri, tüm tartışma düğümleri izleyici zihninde yeniden canlanacak – tıpkı pelikan kanının (p ve k küçük) ölmüş gözüken pelikan civcivlerine yaptığı gibi ve film de o zaman yeniden canlanacak. Biz de onu takip etmeye devam edebiliriz.

pb13.jpg
Tempometre_6.png
AnlatımınNiteliği_Kavramsal_2.png
FelsefiDerinlik_04.png
SinematikZenginlik_04.png

Puan:

7.JPG

Puanlama, 10 üzerinden yapılmıştır ve tamamen kişisel tercihlere dayanmaktadır. Notun belirlenmesi için kullanılan kriterler tamamen keyfi bir biçimde oluşturulmuş ve bu kriterlerin ağırlıklandırılmasında da benzer bir metodoloji kullanılmıştır. Puanlar, kategoriktir.

Fragman

Siz ne Düşünüyorsunuz? Filmle ilgili tartışma sayfasına ulaşmak için tıklayınız. 

Çok seslilik her zaman daha iyi

Bonus:

Yazıda adı geçen Joker (2019) hakkındaki yazıma sizi götürecek bağlantı adresini de burada paylaşayım istedim. Yazıya, postere tıklayarak ulaşabilirsiniz: